Hiçbir suni mecbureye riayet etmeyebilerek yaşamak her tür beşeriden muhayyerane cihazlanabilerek yaşamak; bütün hudus-u tabiyyeden başka hiçbir gerektirmeye itaat etmeyerek, yani ferdi yapma ve ferdi bilme iradesini tamamen hür ve ancak tabii olana mukayyet kılarak yaşamak imkanı yeniden insan uhdesine geçecek mi?
Böyle bir yaşayışın “nasıl bir bilinen şey” olduğuna ermekle, böyle bir yaşayışın “nasıl bilinen bir şey” olduğuna ermek arasında kaybolmuştur insan artık. İnsan-ı safi, insan-ı hasbi, insan-ı hanifi her bakımdan etrafa, ecnebiyeye boğulmuş, gömülmüştür. Kehanet şifrelemesi, sır bilmecesi çıkarmak için söylemiyorum böyle. Öyle sarih apaçık bir vaziyeti seriyorum ki aslında; bir yerden bir yere, birevden bir eve, bir mahalden bir mahalleye, şehirden şehre, gölden dağa, tarladan pazara, çarşıdan okula, ilahiri nereden nereye giderken “yönlenişimiz” berrhava olmuştur. Sadece ve mahdut “yollanır” olmuşuzdur. Yollunun tekiyiz. Oysa yollar; çürükten sağlama, keseden kısaya, zahmetten rahata, zordan kolaya, yakışandan yaklaşana gele gele – gide gele – yönele yönele çizilidirler. Güya yol bilir ama kesinlikle yön bilmez biri olup çıkmıştır insan hep hep. İnsan artık “yol açmayan” fakat “açılmış yollara çıkan” bir huduse bir mahdus düşekalmıştır. Hâlâ yolda, ama nicedir yoldan çıkmış!?! “Hudus-u tahrife”den “uhdes-i insaniye”ye veya “hadise-yi fahriye”ye veya “ihtidas-ı muhayyere”ye istikbal için bir fırsattır enformatik teçhizatlarımız farkedelim inşallah. Tab’ını yıkmış vaz’ına mahküm kalmayacak inşallah. Zira tabımız daim vazlarımız muhayyerdir, muhavveldir.
Civardan ücraya cüretlice cer ile (tasarlayarak) ücretiyle icraıyla icarıyla mahsulün ve mamulün ticaretini yapmak var tab’an insanda mesela. Fakat nedretin bir dinmez cevriye gösterilmesi ticaretin “nasıl bir bilinen şey” oluşunun tahrifine vardırıldı. Mahsulün ve mamulün müteallik bütün muhtevası ile (aynı sıra) hassalın ve ammalın bütün melekesi ve memalikesi bir noktaya merkezlendi. O nokta öyle bir nokta ki, nokta kelimesinin manası hilafına “değersize esareti” dayatan bir merkez hatta. Nokta… nakit, tenkit yani değerleme, değerini tartma-tartışma anlaşılmak icabıyla telaffuz iken bir merkezin “tartışılmaz peşin hükmü” derekesine yuvarlanıyor nicedir gün be gün. Nedretin kulu olmamak için nakd ile ticareti yoleden insan, “harcama standartlarına” kul olduruldu mu oldurulmadı mı? Nedrete de kudrete de bende kıldırmayası insiyakı, maişetbende kıldırılmasına tahrif edildi mi edilmedimi insanın! Değerleme terazisi olarak mevsuk-u nakdiye iken, para, ticareti yapılan şey haline düşürüldü… merkezden civara, muhite. Evvela evrak-ı nakdiye ve kaime, nihayet mali sermaye aşamaları işbu izmihlalin yani suiniyetle suniyenin aşamalarından değil mi şu başından geçen insanın!
Artık insan haceti, nasibi, emeli için çalışan değil fakat sarflarının peşine koşturulan bir mahluktur. Hacetiyle, nasibetiyle, amaliyle öğrenmiyor dahası şimdilerde. Maişeti peşinde öğrenen bir hayvandan farkı yok neredeyse.
Yol yoksa, ticaret yoksa beşer de olmayacağı gibi insan da yoktur. Lakin mevcut faal ve vaki güya yol ile güya ticaret ile beşer belki varolagelir, hal-i hazır cemiyet devamede gider. Zinhar içinde insan kalmayan, bulunmayan bir beşeriyet bir cemiyet olacaktır o ama!
Beşeri fendlerin içtimai fitnelere yayıltıldığı nice merkesler birer merkez halinde insanı kuşattı bugüne kadar. Şimdi boğuyor, çürütüyor fevka’l-ade. Halim, sehi, afif insan iradesi ve yapısı olan her ne varsa, var idiyse onları vareden, varlık alanına çıkaran; insani değerleme-tartılama hasbiliği ve hanifliği merkezinden…. nakdiye-yi merkeziden koparılıp “merkeze tabiyete” heder edildi, düşürüldü dereke dereke bugüne değin. İnsan nüfusu azlıktan çokluğa çıka çıka istihsal alanı, imalat tezgahı, maden ocağı, intikal mecraı açayazdıydı. Bütün bu genişleme insanın kendine öğretme azmine başat gaile idi ve bildikleriyle amel ede, işleye güde bilmediklerini öğrenegeldi. Nüfus, sebepleri de miktarı da çeşitleri de çoğaltır çoğaldıkça. Mahsulü, mamulü, cihazı, madeni, vesaiti çoğaldı, çeşitlendi, insanın. Mülkiyet bu esnada müşterekten münhasıra fenniyle ve tedbiriyle temayüz edene taksimola kaldı. Kaştaramadığın mülk kaştaranındır, aktaramadığın meslek aktaranındır. Bu kalenderlik… işte ittihattan ve aşta ittihattan ve eşte ittihattan nihayet sözde ittihattan doğan bir güç idi. Lakin ne oldu da sultanda ittilafa kalboldu?!
Tasavvurdan tevakkuka, ihbardan ilhama, teşehhüdden tecerrübe hangi kanaldan olsa bütün karineleri sayıp döksem buraya, yukarıdaki hayretgiran ve akıl kıran suale cevap olarak; “bir şey dememiş sayılacağım”. Ve, o karinelerden bir veya birkaçını cevap olarak seçip-ölçüp versem zekanıza, tasvibinizce “birçok şeyi dememiş sayılacağım”. Yani bir cevabın bile takdim-takdir mahallinde yeri sudaki görüntüsü kadar zayıfsa nasıl, insanın birinde garezkarlık ve diğerinde garezi kaale almaklık varsa daha ne sebep arayalım “bozulmanın ve bozuşmanın izahı hükmünde”!
Tulu-ü husumet, ısrar-ı kabahat, müzmin nedret, afat, mübalağa-yi meskenet nimetlerin tevzii ve neşriyle gelen saadeti istifle güya temineder ve güya tekideder sultaya rızalık doğurdu.
İnsaniyetle merkezlenmek ve tekrar, merkezin tenakkudla bir noktada bir nüktede teşhisi adına… halin başını sonuna sonunu başına karıştırmaya (merkesliğe) karşı durmak adına insan elinde sadece “bilmek iradesinin cihazları yani enformatikler” kalmışken o imkanı da kaybetmek üzereyiz. Yapmak ehliyetimiz ürettirme merkezlerine, iletmek-ulaştırmak ihtiyarımız harcattırma merkezlerine, merhamet-muavenet iştiyaklarımız altyapı istasyonlarına kaptırıla kaptırıla o raddelere geldik ki bilmek ve öğrenmek; yapılan, yaptırılan cismani lezzetlerden bir tanesi ve gazupluğun, bahilliğin, hafifliğin raconlarından birşey haline getirilmiştir. Mahut merkezlere tabiyete uygun düşmeyen hiçbir enformatik doğamıyor artık.
Mahut ve o nisbette galip meşum merkezlere karşı durmamız için elde bi’tek lezzet-i akli kalmış idi. Eskilerin tabiriyle tab’ımızdan gelen;
- ukul-u ashab-ı fikr ü feraset
- tecarib-i erbab-ı fehm ü kıyaset
üzre tab’ımızla, merkezlerin tenekküdünü istikamet edinmeliyiz. Aksi halde ayarımız bir daha hiç bulunamayacak bozulmayla bozulacak. Megateknik peşinden megaconnect geliyor, kapıda. Elbet çukurdan çukura yuvarlatmayabilirdi, ama bi'l-hassa çukurdan çıkarmayı yarartmayan mevazlardan... ki mevazlar değiştirilebilen şeylerdir, onlardan gelen, eskilerin tabiriyle
- adab ve rüsum
- ahkam-ı münakehat ve siyaset-i hudud-u muamelat
icabı vaz’ımızı tashihlere açmalıyız.