To Be <-> To Do Arası Köprüdeki DELİ DUMRULLARIN ENFORMASYONİZMİNE KARŞI: EFALDE BİLDİRİŞİM, FAİLDE BİLGİLEŞİM
Rahmetli Mustafa Akdağ, Osmanlı İktisadı’nın ana dolaşım sistemini teşrih ettiğinde (bunu başarmış yegane müsteşrih hocasıdır Türkiye Cumhuriyeti’nin)… bize öğretti ki, üçlü santral imiş Türkiye’nin eski iktisadı: Maişet, Fiskalizm, Gelenek. Gereksinimleri ile Gereksinenleri arasındaki ilişkisi “şehir kanunnameleri” üzerinden sevk ve idare edilen, tedebbür edilen eski iktisadımız; şimdi, enformasyonizm sensörlerini tahkim eden Deli Dumrullar’ın maslahatı altındadır.
Müstevli valisi yahut komiserlerinin murakabesi altında olduğumuza dair zillet ve izmihlal tellallığı yapmayacağım. Hiçbir vakit yapmışlığım da yoktur zaten.
Pazarı teşkil eden faillerin, pazarı devindiren (imal, kabz, nakil, istimal, istihlak) faaliyetleriyle doğurduğu malumatın Kitabet hailesi ve gailesi ellerinden alınmıştır. Bunu yapan Deli Dumrullar’ın tahribatını önlemeyi ve onların pazardan kovulmasını temin etmek, devrede geçici olmak üzere yer alacak Danışılan zümresine ihale edilmelidir.
Şu teklifimizin yerinde ve yeterli surette tatbikine geçebilmemiz; mesleklerin (pazarın, kitabetin, karar yapmanın, sıhhatin yani) geçerlerini ve gerçeklerini, teklifimizdeki azme nasibetli kuvvette izah etmemize bağlıdır.
“Veri Madenciliği” ve “Bilgi Yöneticiliği” gibi plastik ibareler icadedilmişti 2000’lere doğru. 2000’lerin ilk onlu yıllarına bile henüz girmemişken “Bilgi Bilimi”, “Bilgi Mühendisliği” gibi ibareler fışkırdı üstümüze üstümüze. Bilgi Mühendisliği Vakfı bile var 2006’dan beri. Veri mühendisliği, bilgi mühendisliği diploması veren üniversite müfredatları ihdas edildi ve fakülteleri açıldı 2015’e varmadan hatta. Bu konfeksiyon sıfatlarla giydirilen insancıklar, ne yapsın diye o okullara kaydoluyorlar ve bu ibareleri icadedenlerin bilişim şirketlerinde istihdam ediliyorlar acaba? Hemen diyivereyim: Mesleki mahareti ve mesleki intikali “harc-ı aleme” indirgeyip “insani tedahülenin” her türlüsünü mekanize etsinler diye. Çünkü bu fesada dayalı bir düzeni oturtanlar “ihtiyaçları ve onları karşılayan girişimleri” hem doğuran hem işleten hem sonuçlandıran faaliyetleri, bir kurumsal kişilik olan “meslek” ve mesleğe katılan gerçek kişilik olan “insan” elinden alıp “otomasyonun otomasyonu” eline vereceklerdir… kendileri de “görünmez el” tahtlarına daha bir tahkimat daha bir emniyet daha bir tecelliye kudreti katacaklardır. Otomasyonun otomasyonu dediğimiz şey tam da enformasyonizmdir. [Zorlama da olsa] fiil olduklarını kabul edebileceğimiz makinaya bir de; İnsan dahil bütün canlıların hem fail hem fiil tümleşik karakterli “o’luklarını” kaptırdıkları çevrime enformasyonizm demek zorundayız, çünkü bir otomasyonun yapısında yer alan makinaya, o makinaların çıktılarının malumatını da mekanize etmesini sağlayan bir otomaton ilavesi yapılmıştır orada. Bugün dünyaya tahakküm eden (mahluk) güç, dünyanın halikı iddiasını daha daha ileri götürmeyi başarmıştır. Tanrı’nın geriletilmesini sağlamak gerekmiyor bu başarısı için. İnsanların… yani Tanrı’yı Rab bilen-belleyen insanların, hem fail hem fiil tümleşik karakterlerini makinayla paylaşmayı kabul etmesi yetmektedir. Felaket, bugünün insanları böyle bir kabul üzre olduğunun farkında bile değil. İşte enformasyonizm. Enformasyonizm’de inşad yoktur, ibda yoktur, yeni yeni ihdas yoktur. Tek birkaç ihdas edilmiş olanla, bütün imalat elemanları eşya çoğaltır dururlar o düzende. Meslek… yani seyr ü süluk, yani nesilden nesle intikal ede ede inkişaf eden uzmanlık yerine otomasyonun otomasyonu içinde kendisine lütfedilmiş bir aralıkta “girdi” kalemi olarak öğütülen amortismana dönüşmüştür, bir “ellemek” haline düşmüştür meslek. Emek bile kalamamıştır yani.
Mesela “lügat hazırlayan” yahut “yazım kılavuzu hazırlayan” filologlar, kamusçular, edebiyatçılar; kitap mizanpajı safhasına kadar tamamladıkları yayınlarının, bugün, matbaaya gönderilmek üzere “master kopyalarını üretmek” için bilgasayarı kullanıyorlar sadece. Ama o kopyayı ortaya çıkaran “enformasyon işçiliğini” yani “bilgi işleme mesailerini” tamamen non-digital yazıhanelerinde başlatıyor, sürdürüyor, bitiriyorlar. Dijitalde başlatıp, sürdürüp, bitirebilirler oysa. İşledikleri malumatı, işlenebilir şekilde tedvin ededururlarken tatbikata geçirdikleri mesleklerine ait modeli, metodu, gramatiği,… yani eskilerin tabiriyle istinbata ve istihraca varan bilişsel cihazlanma edevatını “analog mecralarda” kullanılagetirmekte iseler hâlâ, onların o analog intikallerini “dijitalleştirme” işini ihmal edişlerini seyretmekle yetinmeyen birbaşkası devreye girecektir muhakkak. İşi, yapmayanın elinden alırlar zira. İş, işçisiz kalmaz zinhar. İşbu hal, enazından bana 1996 senesinden beri malum. “Bilgisayar programcısı mezuniyetim”den sonraki sekizinci seneme girmiştim. [“Meslekler, metodoloji, bilgiişlem ve bilgisayar programları” başlıklı makalemi yayımlayalı 19 sene geçmiş, vaziyet hepten berbat haldedir.]
Eğer, kendi işinin dijitalleştirilmesini ihmal etmekle bakir bıraktığı alanı bir dolduran çıktıysa, muhakkak meslek dışından biridir o, ve o kişi mesela “ben yeni lügatçiyim” diye takdim etmeyecektir kendini. Kezalik o kişi, kendisi gibi uyanıklarla birlikte yeni bir sıfat peydahlamaya da kalkışacaktır. “Veri madencisi” gibi bir sıfat yakışır hani! Biraz daha nomotetik formasyonu olan, kendini “bilgi yöneticisi” makamına layık addederse helal olsun ona yani. Bunlara değil ses çıkarmak, hâlâ ayıkmayan hatta, “bilgi bilimi” tabiriyle esasen kendi formasyonunun (“mesleğin enformatikçisi” vasfının) gaspedildiğini bile göremeyecektir.
E, artık “bilgi mühendisiyim ben” diyebilenler de türüyor ve üretiliyorsa meydana, demek ki “meslek pirleri” Olimpos Dağı’na ihraç edilmiştir çoktan! Çünkü mesleğin bilgisi işlettirilen adamlarına hocalık ve ustalıklarıyla örnek olan kişi, mesleğinin gençlerine ve kalfalarına alanlarının bilgisini işleme standartlarını, raconlarını, aletlerini, cihazlarını ve, ve böylece gelişerek biriken donatımı öğreten, kullandıran kişidir. Ama bu kişi mesleklerinin cennetine en son kişi olarak arkasından kapının kapandığını da gören kişi olmuştur çoktan. Delili ise az önce okuduğunuz satırlardadır bunun. Artık herhangi meşgale mahallinde uzmanlaşmaya ustalaşmaya gerek kalmamıştır. Bu özerk ve öznel inkişaf ve tebahhure keyfiyetinin mehazı olan “meslek usülcülüğü” yani “mesleğin bilgisini işleme istidadını bütünüyle hazm ve hal hilatı” berhava olmuş imiştir çoktan. Havada kalanı kapan da kendini dilediği gibi tavsif ve takdim etmektedir; yeni plastik sıfatlıların zuhurundan görüldüğü gibi.
Mesleki gereksinimler ve gereksinenler arasındaki köprüyü kuran usülcü ölünce, kötürüm olunca onun yerini gaspeden sadece mesleği değil, o mesleğin sair arzcılarının, tedarikçilerinin ve müşterilerinin hem aralarındaki hem mesleğin erbaplarıyla aralarında köprüyü de ele irtikap etmiş demektir. Fiiller arasındaki bildirişimin ve failleri arasındaki bilgileşimin bütün haile ve gailelerine mihmandarlığın yerini alan bu yeni zehirli ama görünmez sarmaşık işte bugünkü günde “enformasyonizm elemanlarıdırlar”.
İster usülcülük ister bilgiişlemcilik diyelim, veya bu uzmanların düne kadar yaşattığı işe enformasyon yahut knowledge processing diyelim farketmez. Bu kadim temel genelde enformasyonizm ve özelde Amerikanizm tarafından kazınmıştır, ilga edilmiştir yeni dijital çağda. İş, işçisiz kalmaz dedik. İş yapan, yaptığı sayade kalır. Ama “yapılan” her zaman “o işe” tetabuk etmez. Belki biraz muvafık ise “iş ve eşya” işte o münasip olduğu kadarıyla o işi yapan da yaşayacaktır. Metruk işi taklit ettiği halde yani ancak birazına mevkuf icra ettiği halde, tastamam onu yapıyorum, hatta her iş için generic, müteşamil kılgıyla yürütüyorum ve sonuçlandırıyorum diyorsa biri, işgalci var demektir o alanda. Üstüne üstlük, o iş alanından mefhumelerin hepsini hem de en müstakilane ve en muhtasarane kabzediyorum diyen de çıktıysa meslek dışından (ki bunu yeni bir takdim ibaresiyle yapacaktır ancak) işte o alanda fevka’l-ade cinayet-kıtal işlenmiş demektir.
Bir faydalı gailenin, kendinizce bir şey yapmadığınız halde yürüyor olmasının, size, onun üstünde bir kontrolünüz varmış gibi hissetirmesi bir yere kadar anlaşılabilir. O yer… mevzuun hiç de anlaşılır gelenden ibaret bulunmadığının açığa çıktığı yer; o gaileyi reddetmek, değiştirmek, geliştirmek istediğiniz anda gerçeği gördüğünüz yerdir. Farkedeceğiniz ilk bilgi, “kontrolün sizde olmadığı, bi’l-akis o yürüyenin sizi kontrol ettiği” bilgisidir. Yürürlüğe daha ilk konduğu anda reddetseniz eğer, zaten faydalı değil ve fakat fayda rüşveti ile istismar edilmenize azmedildiğiniz ortaya çıkacak birçok “faydalı(!) yürüyene” bağlantılılık sunduğumuz izahtan varestedir.
Sözün başına iktisadın bir çözümleme konusundan alıntı zikrettik. Sonra orada bıraktık ve mesleki uzmanlığın gasıplarına dair bir manzarayı tarassut ettik. Birbirine intikaline ne zaman sıra gelecek demeye çoktan başlamışsınızdır sanıyorum. Belki bunu hiç izhar etmeyeceğim. Bana ne! Bu zuhuratın size olan faydasından bir menfaatim mi var? Varsa bile onu bana takdim edecek bi’ekcik ademoğlu çıkmayacak eminim.
İntikalin ne ile ne arasında cereyan edeceğini işaret ederek devam edelim sadece. Alıntı paragrafında, “gereksinimler ile gereksinenler” telaffuzumuz var, hızlıca bakın hele. Devamen “bilgiyi işlemek” zihniyetinde vuku bulan fesada nazar ettik. Arif olan şimdi beyan edeceklerimle iktisat-meslek arasındaki ittibaya dair yukarıka zikrettiğimizi bağlantırma merakı uyandıran teferruatını anlasın, Biz Türkler fikretmekle düşünmek arasındaki irtibatın ikisi birbirinin yerine geçmesin dikkatini haiz olduğumuza, Osmanlı’yı, itaat ettirebilecek kadar o dikkatimizin gerçeklere tabedilmesini başardığı tarihle mukayyet olan bir millettir. Böyle millet olarak dünyada yerimizi inkarı gayr-ı kabil belletmek Osmanlı sayesindedir. Bu, tabir-i diğer, milliyetimiz Biz Türkler’den daha çok Osmanlı’ya yarayışlı olduğu için neşv u nema bulmuştur demek isteyene de yarayışlı bir hükümdür.
“Benim bir fikrim var” diyen kişi “bir şey düşündüm” ya da “bir düşüncem var” demiş olan kişi değildir. Düşündüm ve bir yere vardım diyordur aslen. Fikir, işte o varılan yerdir. Düşüncenin ne olduğu da, varılan yere nisbetle nereden doğru geldin merakını takdim edene gösterilebilir bir şeydir. En yakın eş anlamlısı “fehm” olabilir, düşünmenin. Fehmin seyyalesine “nereden nereye” suali mucibince aklı erer insanın. Erememek vehme ihtimal açar. İntikal azmiyle başlayan ve bir dahaki intikale geçme anına kadar seyyalen ve latifen süren uyanıklık fiiline düşünmek deriz biz. İki intikal noktasından biri “gereksinimler” ve diğeri ise “gereksinenler”dir. Bu ikisi arasındaki fiilimizin adı olan “düşünce” de o zihni fiilin ameldeki karşılığı olan nesnesiyle, mücerrebatıyla müşahedatlı işin adı olan “falanca filanca meslek” de, bugün, “enformasyonizm firengisiyle” iğfale uğramıştır. Belimizden omuriliğimize, oradan ense kökümüze adar ilerleye ilerleye…
Hem fehmin hem fikrin “bilgi” ile ve “bilgi”nin zikr ile yani anlamak ile halveti vardır. Latif seyyalde derece derece, adım adım vuku bulan intikal bilgiyle tecelli eder ve “yeni yahut hatırlanan” bir bilgiye vasıl oluşla ya da bir sezide duraklamayla bir menzile varır. O menzil sezi menzili değilse tam bir taayyündür. Yoran fehm, uyaran fehm, vardıran fehm. Yorulduğu için sezide kalır. Uyaran olduğu için yeni bir intikale revan olmadan evvel azıklandırır. Vardıran olduğu için öğretir. Öğrenilen taayyün eden demektir. Ayn-ene Hem göz hem ben. “Ben gördüğüm’dür”. Gördüğün ne ise o’sun. Zikr sana taayyün edenle yani bilginle intikale mecal bulmandır. Anlamak “ben” olmaktır. Kendilik tecrübesidir.
To be ile to do lügatinin mütekellimini, fesadının hem mücrimi hem haramisi makamında bir “kendilik” olan… yani bir tür Deli Dumrul doğurmuştur bugün enformasyonizm adında.
Biz Türkler olmakla – yapmak arasında fesada uğratılmış enformasyonu, “bildirişmek ve bilgileşmek” lügatiyle tedavi edebiliriz, etmeliyiz. Aksi halde “kendimiz”ce bir şey yapmadığımız halde yürüyen hasasetin, kast ile cereyan (cer, cari, icari, ticari) eden kontrolümüz altında yürüyen bir “iktisat” olduğu yanılgısından çıkamayacağız, sıyrılamayacağız.