13:16, 21 Kasım 2024 Perşembe



Ana Sayfa > Enformasyon Rafinerisi Türleri > İşgücü |

İşçi Sendikalarımız Ve Toplumsal Dönüşüm

Bir iktisadi teşebbüsün üretim, tesis ve market planlamasını yaptığı esnada sendikanın söz hakkı vardır. Kaynakların tasarruf kararları, borçlanmaya gidiş, kârdan feragate dayanan kampanyalar vs. konuları gerçekleştirmelerin sonuçlarından “çalışanın” etkileneceği bellidir çünkü. İradede yeri olmadığı halde, iradenin hatalarının ceremesi “çalışana” yüklenemez çünkü.

İşçi Sendikalarımız Ve Toplumsal Dönüşüm
Buyer Beware, Labor Monitoring

Sanayileşme sebebiyle, toplumun başına çeşit çeşit afetler gelmişçesine insanoğlunun birçok kurumu yıkıldı yahut değişti ve yeni kurumlaşmalar yaşamaya başlamıştık. İlkeler değişmemişti elbette. Hak, adalet, insaf, yakışan, haysiyet, hürriyet, vb. ilke şükürler olsun hâlâ amaç, öneri ve terbiye olarak konuşulmaya ve çaba göstermeye değer görülüyordu ve yine öyledir. İlkeler değişmedi, ancak ilkeleri yaşamak ve yaşatmak bakımından yeni modeller benimsedik. Sendikalar o modellerden biridir.

İş yapış şekilleri, işin yapıldığı mekanlar değiştirilmişti. “Enerjiyi dönüştürme olanakları”nın zenginleşmesi ile tetiklenen bu değişme “işe katılan aktörlerin konumlarını, tanımlarını, sıfatlarını” da değiştirdi. Bu değişmeyi yaşamadan önceki dönemlerde “adalet” kavramı etrafında toplumun yapıp ettiği her ne varsa, o şeyler için birer kurumu da vardı. Mesela sendika o dönemlerde yoktu.

Eskiden sendika mı vardı diyorlar. İş ahlakı ile alış-veriş ve sözleşme örfü ve hukuku hâlâ yaşıyor ve yine yaşatılabilir diyorlar. Üretimin faktörleri hâlâ aynıdır diyorlar. Sonuçta sendika sunî ve yapmacıktır, doğal değildir diyorlar. Aksine… nasıl ki “enerjiyi dönüştürme yöntemleri”nin zenginleşmesi örneklerinden olan motor ile elektriğin icadı yani teknoloji, “evrenin yatışmaz yapısı” gereğince doğalsa, aynı şekilde sendikalaşma da doğaldır. Çünkü sendikalaşmayı getiren, sanayileşme dolayısıyla işlerin, iş yapışın, işin mekanının ve işi yapanların değişmesi söz konusudur.

Bu değişmeler istikametinde iş ahlakı, işte adalet, iş örfü ve hukuku konularında konuşması gereken kişiler bir yeni tüzel kişiliği ihtiyaç hissetmişlerdir.

Kapıkulu işçi, zanaatkar usta, kahya-çavuş ustabaşı oluverdi ilk elde. Bu kadarla kalmadı ve bir merkezden yüksek adette iş ve hizmet üretme hedefleri; işte çeşitlilik, iş türlerinde çoğalma doğurdu. Sonuçta dünün “işe koşulan” sayısını artırdı. Çocuklar, kadınlar ve hatta yaşlılar “işçi taburlarına” katıldılar. Halkın gündelik hayatı tek mekandan ibaret değildi artık.

Çalışılan yer, çalışanın ya mülkü ya zilyedi yahut onun dükkanı-atölyesi iken çoğu zaman da ikametgahı idi. Fakat sanayileşme, barınılan yer ve çalışılan yer olan mekanı böldü. Her ikisinin algıda ve fizikte tek mekan olmasının kazandırdığı barınma güvenini yitirtmişti çalışana. Mekanın madde ve mânâda ayrışması müteşebbis ile çalışanın “yaşadıkları yere birlikte sahip çıkma” ortak hukukunu yitirtti.

Yeni sınıflaşan bir toplum beliriverdi ve “işçi” ile “işveren” kavramları billurlaştı. Bu kristalize ayrı ayrı yoğunlaşmanın bozduğu sıhhati garanti eden toplumsal kurumlaşma kaçınılmazdı. Hatta muhtemel bir toplumsal yeni kurumlaşma vesilesiyle, eskitilen toplumun o sıhhate zarar veren yönleri de belki düzeltilebilirdi.

Sendikalaşma, epey sancılı süreler zarfında, toplumun doğal kurumlarından biri olarak yer edinmeyi başardı. Şehirlerdeki “işliklerde” ve taşradaki “çiftliklerde” çalışanlar, zilliyetin miras bırakılabilmesi sayesinde hem geçinme gücü hem uzmanlaşma imkanı hem istikbal güveni ile donanmış idi eski toplumda. Bu üç donanımın zemini, kendine has hukuk yapısı demek idi. Zemin değiştiği için yeni bir hukuk gelmeliydi ve onu “çalışma hukuku, iş hukuku” adlarıyla sendikalar tesis etmeye çalıştılar. Zaten Türkiye’de sendikalar, hep kamu ofislerinin ve tarım arazilerinin dışında kurulabilmişler ise bunun sebebi “devlete intisab” etme (yani kapılanma) zemininin kör-topal bile olsa zorla yaşatılmasıdır. Tarım sendikacılığının başat sendikacılık alanlarının gerisinde kalması da “çiftin-çubuğun” aile fertlerinin ortak mülkü olmasından veya ağanın ve amelenin zilliyet işleyişini yaşatmaya devam etmelerinden dolayıdır.

SENDİKACILIK NEYİ TARTIŞMALI

Ülkenin zenginleşmesi ve hayat standartlarının yükseltilmesi amaçları o ülke halkının ortak değeridir. Birim zamanda en yüksek verimi en az maliyetle elde ettiren potaya teknoloji deniyor. Teknolojiyi üretim faktörlerinin herbirine katıştıran el de sanayileşmeyi gerçekleştirecek sermaye sahibi ve müteşebbis kişilerdir kabulü yaygın. Ve eğer sermaye sahibi değilseniz, bir de üstüne müteşebbis değilseniz; ülkenin zenginleşmesi ve hayat standartlarının yükseltilmesi adına birim zamanda yüksek verimi ucuza kazandıran kişi siz olamazsınız. Ya hangi etiket yakıştırılır size; “sermaye düşmanı ve teşebbüsün ayak bağı”.

Bu düz mantık zalimcedir. “Etrafını kendine göre biçimlendirmek hırsı”na yenik düşenlerin propagandasıdır. Ve sendikacılığın kelepçesidir. Sendikaları dışta bırakarak ve ayrıca “kırıcı, çatışmacı, hak davası kılıfında hak etmediklerini koparmaya azmetmiş muzurlar” köşesine sendikaları sıkıştırmaya çalışanlar karşısında “maaş zammı avcısı, istirahat düşkünü, işyeri işgalcisi” iftiraları altında “emek gündemine” hapsolmak kabul edilmez.

Çünkü sendika, insanlık tarihine girişinin sebepleri itibariyle, toplumun yaşadığı sanayi dönüşümünün anonim ilkeleri yıpratma ve öldürme tehlikelerini bertaraf etmeye odaklanmıştı. Elbette yapısal ve oluşumsal yeni toplum kurgusunun inşaı misyonunu sadece siyasilere, bürokrasiye ve finans kapitalin müteşebbislerine terketmemelidir.

İşte sanayi toplumunun gerekleri çerçevesinde günahıyla sevabıyla belli bir vizyonla o misyonu üstlenmiş ve yaşatmış olan sendikalarımızın, bilgi toplumu dönüşümünün gerekleri çerçevesinde yeni bir vizyon belirlemeyi başarması şarttır.

Aksi halde, sendikalar, yer almadığı karar meclislerinde peyda edilecek toplumsallaşmanın, hiç de mesulü olmadığı ve nedenini bilmediği sorunlarıyla uğraşmak zorunda kalacaklardır… eğer o güne kadar tasfiye edilmedilerse!

“İlkeler bakımından yeni bir model benimsediğimizde gerçekleri başka bir noktadan algılarız”. Bu tesbitin en esaslı gerçekleşmelerinden biri olan işçi sendikaları, bilgi toplumunun da kurumlarından olduğunu ispat etmekle karşı karşıyadır. Korkulur ki, insanoğlunun geleceği; “sınırsız ve sürekli biriktirmek için sınırsız ve sürekli tükettirme” mekanizmaları elinde ifsad edilecektir.

BİLGİ TOPLUMUNUN İŞÇİ SENDİKALARI

İşlerin sürgit tıkırında yürümesini ya da bir garantörlüğün işletilmesini amaç edindiği hiçbir zaman açıkça keşfedilebilinir bir sendikacılık yaşamadık. “Ekonomik Faaliyetler Katalogları”, “Meslek Katalogları”, “Hane Halkı Harcama Katalogları”, “İşyeri Harcama Katalogları”, “Kamu Harcamaları Katalogları” ve benzeri sair adlandırma ve sınıflama kodeksleri vazedilen meclislere işçi sendikaları hiç davet edilmedi. İşçi sendikalarının, o meclislerde yer almaya çalıştıklarını da görmedik.

Amaç, biçim, maddî ve fail nedenleri açılarından bir usül-erkan, misyon-vizyon muhtevası telif edilirken bile hangi konu olsa, sendikalar, hep sadece ücret ve ücretin matrahı olan talî meselelerde söz almak istediler. Çalışma Hayatı kavramlaştırmasına doğrudan etkisi olmuştu sendikaların ama. O kavram alanında öğretim-eğitim, imar-iskan, para arzı, kredi ve kambiyo mevzuatı, alet-edevat ve eşya standardı, görev tanımları ile iş analizi, araştırma-geliştirme, şehir alt yapı yatırımları vd. konuları konuşmak, üretimin faktörlerinden olan her aktörün hakkı ve sorumluluğudur aslında. Nitekim para sendikaları, arazi sendikaları, teşebbüs sendikaları; mevzuat ve maslahat tayin eden meclislerde bulunmak hak ve sorumluluklarını hep devrede tutmuşlardır. Çok alıngan, tutkulu ve patron edasıyla hem de. İşçi sendikaları ise diğer sendikasyonların kotardığı, tamam edip uyguladığı izleklerin dışından, pişmiş aşa su katan veya dalgaya taş koyan durumunda kalmıştır.

Bu noktada, “niye böyle oldu ki” diye sormak meseleyi analiz etmeye ve ilgililerin hasbi katkılarını kazanmaya yaramayacak. Çünkü bir tarafın “kabahatlerini savunmak” ve diğer taraflardakilerin de “aç gözlülüklerini ört bas etmek” yoluna iteklenmediklerinden emin olmalarını sağlayacak soru o değil.

“Başka türlü nasıl olabilirdi?” İşte ancak bu sorulduğu zaman “kurulan bir fabrikanın”, sadece “sonuçta bir fabrika” olarak görülemeyeceğini konuşabiliriz. Atla deve değil canım; ücret, çalışma saati, istirahat takvimi, sağlık ve emeklilik güvencesinden başkaca, o fabrika sebebiyle ne varmış sendikanın konuşacağı!?

“Başka türlü nasıl olabilirdi” muhaveremize, “başka ne olacaktı ki!” küçümsemesiyle karşılık verecek olan kişiler bilmeli ki, kendileri, bilgi toplumunun gerek, gerçek, geçerlerine ayak uyduramıyor. Sendikaların nutku tutulmuş duruma düşmeleri de bu kişiler yüzündendir. Üstelik bugünkü günde sari ve cari olan “finansal organizasyondan ibaret ekonomi”, sendikacılığı, doğal tasfiyeye itekleyebiliyorsa, bu, “çıkarların çatışmasından” başka bir terminolojiye önem verilmemesinden dolayıdır. Gele gele, “sendikacılık demek; nefs-i müdafaa emr-i vakilerinden sıyrılma mahareti demektir” tanıtmasını kanıksamak noktasına gelindi.

Mesela fabrika kurulurken yerinin seçilmesi ve büyüklüğü, bağlanan enerji kaynakları ve makina tesisleri; sadece ne kadar işçiye gereksinim duyulduğunu değil, ora iskanının yol ve mesken gerektirmelerini de belli eder. Ve sendikalarımızın o “belli”nin dışında kalmasını izah etmek mümkün değildir. Barınma, ulaşım, haberleşme, öğrenim, teşebbüs ve diğer insani – ailevi – içtimai – iktisadi lazımelerini karar bağlayan yerel ve merkezi idareyi toprak, para, teşebbüs sahibi olanlara bırakmaya izinli bir işçi sendikası tahayyül edilemez elbette.

Gecekondulaşan şehrin ve acayip caddeleriyle sokaklarıyla örülmüş sözde yolların doğurduğu işkencehanelerde, yine, ençok “çalışanlar” öğütülecekti, bu belliydi.

Bir iktisadi teşebbüsün üretim, tesis ve market planlamasını yaptığı esnada sendikanın söz hakkı vardır. Kaynakların tasarruf kararları, borçlanmaya gidiş, kârdan feragate dayanan kampanyalar vs. konuları gerçekleştirmelerin sonuçlarından “çalışanın” etkileneceği bellidir çünkü. İradede yeri olmadığı halde, iradenin hatalarının ceremesi “çalışana” yüklenemez çünkü.

Sosyal sermaye değerindeki altyapı imkanlarının kazanılmasına, “gelir vergisi ödemesi ve kullanım ücreti nakit girdileri” yoluyla katılan “istihdam nüfusu”, o kamu servetinin ziyanına engel olacak istişare yetkisine de sahiptir. O servetler, beceriksiz ve yahut aç gözlü teşebbüsün ne oyuncağıdır ne de mülkü.

Bugünkü günde dünyada ve ülkede doğa ve insan yapıp-etmelerinden hasıl olan süreç ve sonuç bilgisi envanterinden mahrum ve yararlanmaksızın gerçekleştirilmesi akla getirilemeyen ekonomik faaliyetler çağında yaşıyoruz. O envanterin verisetlerinden herbirinin diğer biriyle ilişkisine vakıf olmak da şart. İşçi sendikaları bu entelektüaliteden habersiz iken, ücret davası bile yürütebilemez.

Yaşadığımız bu evrenin sendikacılığı, işçi-işveren sözleşmesi üzerine inşa edilmiş yetkiyle yetinilerek yapılabilir bir sendikacılık olabilemez. Ürün ve hizmet tanımı, faaliyet tanımı, meslek tanımı kesişmesiyle tarif edilen sektörel aktörlerin hepsini eşit mevkileriyle kapsayan bir sendikal örgütlenmeye gidilmelidir. Mevcut sendikalar, bu yönde kanunlar vazedilmesini teklif etmelidir. Delegasyon şartından bağımsız bir temsil ve vekalet işleyişini getirmelidir. Görev tanımları ve iş analizi telif edilmemiş işletmenin kuruluşuna ruhsat verilmeyen bir ticaret kanunu istemelidir.

BT UZMANLIĞININ İŞÇİ SENDİKALARIYLA İLİŞKİSİ

Yok mesabesindedir. Sendikaların demirbaş hesaplarında bilgisayar makine ve cihazlarına rastlayabiliyoruz tabi. Ve onlar da “kişisel bilgisayar”, aksesuar, kablo konnektör, masa üstü amatör donanım ve bina inşaatı tamamlayıcı tesisatlarından ibarettir. Gider hesaplarında da ancak sarf malzemeleri harcamaları görülebiliyor. Yani yazıhane ile ön muhasebe donatımı, müstahzarları ve sarfları çapında BT uzmanlığı satın almışlardır.

İş ve İşçi Bulma Kurumu’nun dijital kayıt sistemleriyle entegrasyonu düşünmediklerinden behsetmeyelim hadi; örgütlü oldukları işyerlerinin bilgi sistemleriyle entegrasyon bile akıllarına gelmedi. Sosyal Güvenlik Kurumu’yla entegre bilgi sistemi kurmak ve Meslek Odaları, Sanayi Odaları, Ticaret Odaları ile entegre bilgi sistemi kurmak gündemi oluşturmak daha kolaydı. Zira bütün bu kurumlar, sendikalar gibi kanunla kuruluyordu.

Ne kadar “olması gerekendir, olması mümkündür” desek de bu tür bilişsel sinerjiyi yaratmak, “olsa olsa varlık şartına eklenti” konusudur diye eleştirilmeye itirazımız olmayacak. Şerhedebiliriz ama. İtiraz edemesek de.

Ancak bugün sormak hakkımızdır ki, “sendikalar arası bilişsel entegrasyonun kurulması da mı, bir, ikinci-üçüncü kurum iradesine muhtaçtı? O bile yok ya! Ana faaliyet konularıyla ilgili bir enformasyon otomatı edinmenin ve yürütmenin zahmeti ile maliyeti; o enformatik yerine beyan, şikayet, hafiyelik, anket meşgalelerinden daha mı ağır idi acaba! Ne yazık ki, dün olduğu gibi bugün de ülkemizde sendikalı sendikasız, sigortalı sigortasız işçi envanterini çalışma bakanlığı röleve kağıtlarını derleyen istatistik kurumundan öğrenebiliyoruz. Sendikalarımız da oradan öğreniyor.

Bütün bu manzaranın müsebbibleri arasında bilgiişlem uzmanları da var elbette. Kâr maksimizasyonu alet edevatı ve toplumsal tükettirme tezgahı derekesine düşürülmüş bir bilgiişlem uzmanlığı, o sıfatı taşıyan kişi ve firmaların ayıbıdır. Potansiyel müşteri adayları kataloğu çıkarıp, onlar arasından yüksek kâr marjı ile işleyenlerini, temas edilecekler arasından üst sıralarda muhatap edinenler BT firmalarıydı. İkincil sıralara kitle tüketiciye odaklı çalışanları ve üçüncül sıralara da sinekten yağ çıkartmak kadar güç rekabet içinde varlık gösterenleri aldılar. Sendikalara sıra gelene kadar!..

BT uzmanlığı ile Sendikal örgütler arasındaki ilişkiyi teşrih masasına yatırdığımızda ortaya çıkan şu ki; her iki taraf da “bilgiyi işlemek noktasından bilgi toplumu gündemine kadar geçen süre zarfında, hep, ilm-i hallerinden bihaberdirler”.

En azından; sendikalarımız dijital interaktivite gerçeğini göreceklerdir ve bilişimcilerimiz de, temsil ile vesikada e-imza ve e-sertifika gereğini göstereceklerdir inşallah diyebilmek istiyoruz.

ALAVERE DALAVERE GÜRCÜ MEHMET NÖBETE

Bütün hirfeti hezliyata katlanmak olan bir adam şu Gürcü Mehmet. Katlana katlana yüreciğini dolduran kat kat kini de hasmına kusacağı yerde dostuna küsen bir adam.

Vatandaşlık Maaşı diye bir şey var. Bir de ihtiyarına ve acizine hürmeten hizmet ü maişet alicenaplığı diye bir şey var. Biz bu iki varımızla millet olarak yaşamak aşkımızı vardır belleyebiliriz. Fakat gel gelelim aşkımızı sigortayla takas etmişiz gitmiş.

İşte Gürcü Mehmet o takasın bir hezile olduğunu bildiren dostuna düşmanca tutum alıyor. Hastalıkta sakarlıkta ve tekaüt zamanlarında hizmeti, tokluğu, sağaltmayı yardımseverliğimize ve mesuliyet dirayetimize bindiremiyor. Çünkü yardımseverlik ve dirayet emirle, nasihatle inşa edilemez hale düşürülmüş. Fakat merhamet nedreti sigortayla telafi edilebilir geliyor o kafaya. Nasıl oluyorsa!?

Zaman dönmüş dolaşmış ve acizliğe vaziyet etmek için lazım gelen tedabiri hazineden bankalara tahmil etmişiz. Vergiler acizlere harcanmıyor ve fakat acizler peşin ödedikleri faiz karşılığında istikbal rehaveti satın alıyorlar. Rehavet için ödedikleri poliçeleri toplayanlardan da borç satın alıyorlar.

Bu alavere dalavereye razı olan Mehmet, elbette, ona faiz ödemesi mümkünü sunan ameleliğe, köleliğe boynunu uzatacaktır. Sabah akşam evden çıkıp nöbet yerinde yoklama verecektir. Sözde emekçidir Gürcü Mehmet. Kendini biraz daha kolay kandırabilsin diye sendika kurmalarına hem teşvik edilirler hem izinlidirler ayrıca.

A elin ahmak Mehmet’i, sen Türk Milleti’nden olmayı bırak Gürcü bile olabilemezsin. Durumuna karine, sadece şu ahmaklığın bile yeter aslında. Ama seni aydırmak için… tabi eğer aymak istiyorsan bir gerçeği daha yüzüne çarpmak lazım.

Şimdi bak biraz. Hani sen emektarlığının hakkını muhafaza ve müdafaa için sendikalısın ya!.. sendikacılık birtek emekçilerin gailelerinden değildir, biliyor musun!? Para sendikaları vardır ayrıca. Bankalar ve zengin eşhas oraya üyedir. Biri toprak sahiplerinin ve diğeri müteşebbislerin olmak üzere iki sendika daha vardır. En büyük toprak sendikası kapitalizm ve sair izmlerin devletidir. Bütün topraklar onundur. Her kararı hükümet organınca alınır. Müteşebbis sendikası ise sanayi ve ticaret odaları federasyonu olan “odalar ve borsalar birliği’dir. Bütün iktisadî faaliyet kararlarını o üç sendika başbaşa verir ve kotarırlar. Senin sendikanın o kararlarda hiç söz hakkı yoktur ama.

Oysa iktisadiyat sosyalizmde ve kapitalizmde bile emek, sermaye, toprak ve teşebbüs faktörlerinin mezcî eydeşmesinin sonucudur diye açıklanır. Bu terkipte emeğin hakkı ücret, sermayenin hakkı faiz, toprağın hakkı rant ve teşebbüsün hakkı kâr olarak tahsis edilmiştir. Kârını, rantını, faizini kaybeden görülmüş müdür hiç, katlandığın düzende? Hayır. Fakat emek hep kaybetmiştir.

Tesisi batıran kararlarda hiç ama hiç dahli olmadığı halde bütün fatura emekçiye kesilir daima. Tesisi ihya eden sonuçların alındığı kararlarda da dahlin yoktur senin. O zamanlarda bile hakkın tam olarak teslim edilmez zaten. Ve sen sendikacılığınla övünürsün ne hikmetse!

Hamam böceklerine nöbet yazılabilir olsaydı eğer toprak, sermaye ve teşebbüs sendikası üyelerinin gözü seni görür müydü acaba? Hey Gürcü Mehmet hey! Bu alavere dalavereyi ücreti yanısıra rüşveti mukabili kalbinde meşrulaştırmak için beni düşman tutmaya gerek yok. Şeytanın seni teskin ve ikna edecek çok numarası var.