Epistemik Cemaat dün, sırasıyla, zırhlı savaş makinaları ve nükleer infilaklar ile finansal organizasyonlarla, genetik tahribatlarla canları ve şehirleri, iş ve emekleri, sıhhat ve nesilleri tahrip ettilerse nasıl, aynı şekilde enformasynizm ile ünsiyetleri, sosyalliği, iletişikliği, zihinleri ifsadetmektedir tahrip etmektedir. Bu epistemik cemaatin üyelerini bütün dünya bilim adamı sıfatıyla ve cemaati de bilimcilik sıfatıyla ve bilişini de bilimsel bilgi tanıtmasıyla bilmektedir. Kopernik’i himaye eden royalty sayesinde “modern libası” içinde yeniden doğup otoritesini Napolyon zamanında ama Napolyon’un düşmesini bilinçle dolaylı olarak sağlayıp geleceğin monarşik-demokratik bütün royalty’lerini mecbur-müşteri edinerek her türlü mütehakkimleri mütemadiyen kendine ortak eden şu Epistemik Cemaat, bütün fenni ve sınaayı ve zenaatı bilimsel teknolojiye kalbetmeyi başardı. Aldığı ücreti, gördüğü ihtiramı insan canı, nesli, ırzı, imanı, malı üzerinden kesilen haraçlara bağlamayı tercih ederek haramzade, ifsadzade, kıtalzade, gaspzade, fuhuşzade olmayı hazmetti.
“...Gelecekte tedarikçi süper güçler belli bir toplumun belkemiğini kendi teknolojilerinin oluşturacağı ve müşteri devletleri yalnızca o süper gücün inşa edeceği, hizmet vereceği ve denetleyeceği kritik bir altyapıya bel bağlar hale getirecek şekilde, spesifik protokoller ve ürünler çevresinde kendi online nüfuz alanlarını oluşturmayı amaçlayacaklar. Şu anda dünyada belli başlı dört telekomünikasyon donanımı imalatçısı var: İsveç'in Ericson, Çin'in Huawei, Fransa'nın Alcatel-Lucent ve ABD'nin Cisco firmaları. Çin'in dünyanın geniş bir kesiminde kendi donanım ve yazılımlarının kullanılıyor olmasından önemli bir yarar sağlayacağı kesin, çünkü Çin hükümeti şirketlerinin faaliyetleri üzerinde hakim bir etkiye sahip. Huawei'nin pazar payı kazandığı yerde, Çin hükümetinin de nüfuzu ve erişim olanağı güçlenir. Ericson ve Cisco kendi hükümetlerinin daha az denetimi altındadır ama ticari ve ulusal çıkarlarının Çin'le uyuştuğu ve ters düştüğü -sözgelimi, ürünlerinin otoriter bir devlet tarafından istismar edilmesi- bir gün gelecek ve gerek diplomatik gerekse teknik düzeyde hükümetleriyle çabalarını koordine etme yoluna gidecekler.
Bu online nüfuz alanları hem teknik hem de siyasi nitelikte olacak ve pratikte bu tür yüksek düzeydeki ilişkiler vatandaşların gündelik yaşamlarını etkilemezken, ciddi bir olay meydana geldiğinde (cep telefonlarıyla organize edilen bir ayaklanma gibi) bir ülkenin hangi teknolojiyi kullanmakta olduğu ve kimin nüfuz alanı içinde bulunduğu önem kazanmaya başlayacak. Teknoloji şirketleri ürünleriyle birlikte değerlerini de ihraç ederler, bu bakımdan bağlantılılığın altyapısını kimin kurduğu kesinlikle can alıcı önemdedir. Açık ve kapalı sistemlere farklı yaklaşımlar, hükümetin rolü konusunda görüş ayrılıkları ve değişik sorumluluk standartları vardır. Örneğin Çin'in müşterisi olan bir devlet kendisinden satın aldığı teknolojiyle içerideki azınlık gruplarını kovuşturmaya kalkarsa, ABD'nin müdahalede bulunma gücü sınırlı olacaktır: yasal süreçlerden sonuç alınamayacaktır. Bu güvenlikle ilgili derin sonuçları olan bir ticari savaştır.” [Yeni Dijital Çağ, Erich Schmidt (Google Başkanı), Jared Cohen (Google Ideas Başkanı), Optimist Yayınları, İstanbul, 2014, sayfa: 125-126]
Bu itiraf, dijitalleşme gündemleriyle insana karşı açılmış gizli savaş dolayımında ortaya çıkmış aktörlerin dillerinin altındaki baklayı ağızlarından düşürmeleridir yenide. Defakto itiraf, Japonlar’ın tepesinden aşağı atılan nükleer bombalar idi. Bir adım öncesinde napalm bombasıyla bütün Avrupa’nın ve Büyük Okyanus’un batısının, Hint Okyanusu’nun kuzeyinin kebap emsal pişirilmesiydi. Onun da bir adım öncesi Naziler’in Avrupa’ya yukarıdan yağdırdığı bombalar idi. Aynı sıra İngilizler’in Almanya’yı havadan ve daha evvelinde Fransız ve İngilizler’in millerce uzaktan pamuk çırpan hallaç gibi Çanakkale’yi gemilerden attıkları bombalarla çırpmasıydı. Bir askerin, hasmını çaresiz bırakan salvoları ve hamleleri karşısındaki durumu ile meskün mahallerin sade insanının durumu aynı değil. Askerin mesleği ölmektir ve karşı duruşu ölümedir zaten. Yani Alman, İngiliz, Fransız, Amerikan bombardımanları ile Osmanlı’nın Sivastopl’u veya Japonlar’ın Pearl Harbour’u bombalamaları başka başka şeylerdir. Osmanlı ve Japon, askeri limanlara taarruz etmişler idi. Osmanlı’nın hedefi Rus donanması ve Japonlar’ın hedefi Amerikan donanmasıydı. Fakat Almanlar, Fransızlar, İngilizler ve Amerikanlar hiç ayırımsız ve umursamayarak askeri olmayan mahalleri ateşe verdiler. Hiçbir karşı tedbir almak imkanı bulamayanların üstüne, yukarıdan.
Amerikanlar stuxnet ve flame isimli casus sabotör yazılımlarla İran’ın bir nükleer santralini infilak ettirmeye kadar vardırdılar üstelik. Birkaç yıl önce Irak’ı haftalarca 1 m² sıklığında bombaladılardı. Daha önce Afganistan’a aynı şekilde bomba yağdırmışlardı. Düzmece abdullahlarla içi insan dolu Dünya Ticaret Merkezi binalarına yine insan dolu uçakların çarptırılmaya güdümlenmesi ne derece canavarca fütursuzluk ise en az o kadar canavarlık yüzyıldır sahneleniyor dünyada. Batı’nın işbu tıyneti “internet donatımı” alanında da zihinleri iğfal mecraında işlektir. Sözün başında Mr. Schmidt ve Mr. Cohen’in Amerikan hükümetine sunduğu ikaz, yakın ve uzak dünkü günlerde kim bilir kaç bilim adamı ve mühendis ve iş adamı tarafından da sunulmuştu. Hükümetleri yenide terbiye ediş enformasyonizm formatında sürdürülegelmektedir. Dün insan hayatını sonlandırmak sonucuna varan istismar, şimdi gündelik hayat içinde insanı ahmaklaştırmakla devam ettirilmektedir. Nazik ama hâlâ acımasız.
Lewis Mumford’un “power pentagon” tabir ettiği güç beşgeni, güç altıgeni olarak ifşa edilmelidir bugün. Güç Beşgeni; içindeki publicity’nin tali başlıklarından biri olan iletişimin bir müstakil köşe cesametine yükselmesi sadedinde, güç altıgeni “power hexagon” diye tashih edilmeil zahir: Dijitalleşme köşesi eklenmek suretiyle. Ama bendeniz bu tashihi köşe sayısını beşte tutup beşinciyi (publicity’yi – yayılmayı) tadil ederek, onu, Bağlantılılık olarak yazmayı tercih ederim acizane.
Lewis Mumford’un power pentagon gramatiğinin, bundan böyle açılımı şöyledir indimde: Political Absolutism, Energy-Power, Productivity, Pecuniary Profit, Connectivity. İlk dördünde de tadilat önermeye cesaret edebilirim. Son bir tahvilata sığınarak hatta, power pentagon şöyledir zannımca: Evrenselcilik, Dayatmacılık, Sürdürülebilirlik, Mali Organizasyon, Bağlantılılık (Universalism, Imperativism, Sustainability, Financial Organisationism, Connectivity).
Power Pentagon’un eski bünyesi emperyalizm idi şimdi ise Enformasyonizm. Evrensel olması kabilinden Enformasyonizm Evrenselciliği diyebiliriz de. Onu tekelinde tutan karakterin eş anlamlısı meyanında ise “Amerikanizma” tabir etmek hiç de isabetsiz sayılabilemez.
Bu geç bir ibare nitekim. Kimisi nisbeten devam eden aşamalarıyla yanyana getirilebilir olduğu kadarını… Frakian, Alleman, Anglikan, Roman, Hellen mümessilleriyle Avrupanizmayı ve yenide önerdiğimiz Amerikanizmayı (ikisini birlikte) kapsayan mealde Westernizma telaffuzu kuvvetle muhtemeldir elbet.
Immanuel Wallerstein’in tabiriyle Avrupa Evrenselciliği’ne mebni müdahale hakkı iddialarının önünde daha ilk itiraz (Wallerstein’in izahından alırsak) kendi içlerinden gelmiş ise eğer, hem o zamanki bilimcilerin hem de kamuoyu yönlendirmecilerin bugüne nazaran esamileri yok seviyesindeyken o günlerde o itirazı anlayabiliriz. İhtimaldir diyebiliriz. Ve bu kabulden şu da çıkar; bugün eski muterizlerin mirasçılarının doğması bile mümkün değil Amerikanizma içinden. Avrupa Evrenselciliği’ne itiraz eden ama bugün Amerikanizma’ya kendi içinden hiçbir muterizinin çıkmayacağına kani olduğumuz muhalif tecrübe Güney Amerika’da yaşanmıştı 16.yy’da. Malumunuz Wallerstein diyor ki, İspanyol istilacıların hıristiyan olmak istemeyen Aztek, Maya, Inca ekalliyetlerini “itlaf” vuku bulurken, bir rahip hukukçu, yerlilerin uğradığı bu zulmü İspanya’da dava etmeyi başarmıştır. Neticesiz kalsa da mahkeme, birkaç yüzyıl canlılığını korumuş!.. Lakin şimdiki zamanın insanı arasında Amerikanlar’ın; Amerikanizma’ya kan uyuşmazlığı izhar edeceğine dair en zayıf bir ihtimal düşünülemez bile.
Kötümser olduğuma yormayınız aceleyle. Bugünkü de dahil çok eski dünkü günlerin Atlantik ötesinin, ta eskiden beri “Dünya’nın Sahibi Benim” diyenler tarafından kurulduğunu ve hâlâ o zihniyetle kuruluverdiğini görmezlik edemiyorum çünkü. Biraz daha sabrınıza sığınarak özetlemek lüzumuna riayet edeceğim, bakınız.[*] [Tek yıldız işaretli dipnotu okumanız; egemenliği paylaşanlardan biri olarak epistemik cemaatin menzil menzil kendini kabul ettirme geçmişinin, acımasızlığın nezaketli surete büründüğü bugüne… monarşiden demokratikliğe çıkan yolda fevkalade müessir bir şekilde gündelik hayata sızma sergüzeştini izlemenize yardımcı olacaktır.]
Mekano-elektro-motor mucitlerine gözyumulduysa nasıl, o zamanlar, bugün de türedi software-perver zıpçıktılara “inovasyonculuk” kılıfında yine aynı görmezden geliş alanı sunuluyor. Makina mühendisi, elektrik mühendisi, petrol mühendisi, ilahiri… şimdi bilgisayar mühendisi, yazılım mühendisi, toplum mühendisi, işletme mühendisi gibi çeşitlenen sıfatlarla işbu görmezden geliş alanı genişliyor daima. Ama ne eskilere malzeme mühendisliğinin “kutsal kitaplarının şifreleri” ne yenilere bilgisayar ve elektronik mühendisliğinin, optik ve manyetik mühendisliğinin cihazlarının arkasındaki uygulamalı matematik modellerinin ilmi bağlamı açılıyor. Dahası mikroişlemcilerin imalat patentleri 1985’ten beri 30 yıldır 3-4 firmanın tekelinde tutulmaktadır. Hâlâ 1-2 işletim sistemi patentinden başka entelektüel sermaye sahipliği vaki değildir Knowhow veya bilişsel kiralama yolu bile bu yeni alanda kapalıdır, kapalı-devredir. Bütün bildik IT (information technologi) arzları ve onların aktörleri ancak ve ancak “enformasyonizm evrenselciliği”ne aidiyet itaatlerine muvafıktırlar. Huawei’nin azıcık benzemezliğine bile tahammül yoktur. Japon Casio’nun CP/M geliştirmeciliğini bile iflas ettirmişlerdi, henüz 1990’lara dahi gelemeden. Avrupa’da doğan ilk bilgisayarın (Enigma, Enivac) Avrupa’daki kökleri kurutuldu ve IBM machine’e transfer edildi. Enson Avrupalı Olivetti 1999’dan hemen önce lağvedildi bilgisayar alanında. Ericson Amerikanizma’ya boyun eğdi. Samsung hakeza baştan beri öyledir. Avrupalı Nokia… hele Nokia, bugünkü bilgisayarlı cep telefonları ve cep tabletleri kompleksinin ilkini yapmıştı. Handheld Pc diyorlardı. Nerede şimdi??? Öldü. Kapalı devre knowhow içinden baş gösteren uzakdoğulu AMD ve Cyrix mikroişlemciler… biri Amerikanizma’nın uzuvlarından oldu temelli, diğeri IBM’e geri döndü, öldü. Rusya’dan ve Çin’den birkaç kere “işletim sistemi” telifi hamleleri geldi, oluveriyor hâlâ. Nereye kadar… topal ve çolak bırakılmaya daha ne kadar direnecekler? Ya ölümü ya Amerikanizma’yı kabul edecekler. Yoksa sıcak savaş mı akla gelir! Hiç akla gelmesin derim. Çünkü zikrettiğimiz power pentagon’un beşinci köşesi olan Konnektiviti, sadece burada adı geçtiği kadar lafta kalan bi’şey değil. Diğer dördü ile komplike. Transatlantik Ticaret Ve İş Birliği boş bir centilmenlikle sınırlı değil mesela. O birliğin ana temasının içinde IT, Amerika’nın tedarikçiliğine tahsisli. Transfer ciheti ise Amerika’ya doğru. Veritabanı Mimarisi (motoru) Yazılımları’ndaki durum da büsbütün aynı.
G20 içinde olup, geçmişi, (merkezde faal) köklü devlet olarak bin yıldan fazla geriye giden ve dünya dilleri ve imanları arasında bir milyar civarıdnaki bir müfusun parçası olan Türkiye gibi bir ülkeden, durumun ortalamasının röntgenini çekmek anlamlı olabilir: Yerli yazılımlarının içinde bilişim ve iletişim hizmetlerinin hiçbirine “motor” olabilecek bi’tek tane bile yoktur. Donanımda esamisi dahi okunmaz. Hiç yoktur. Patent sahibi değildir. Aracı tüccar rolü de sıfırdır. Tam olarak Amerikanizma uzuvlarından bir tanesidir. En fazla tedbirli tutumu, o da yeni yeni devreye alınmış olmakla, uzakdoğu markalarına vize vermiş olmasıdır. Onlarca milyonluk daimi ve sadık (yeni versiyonları güncel edinen) müşterisi bulunan sektörlerinde bile orijinal bilişim levazımatına giren bir müteşebbisi çıkmamaktadır.
Geçmiş makalelerimizden birinde [Gelen Nesil: Azmi İle Hazmı Arasında Askıda…] “kendi”yi gerçeklerin silkelemesiyle uyanacak diye takdim etmiştik. Bu kadar dikkatle ve kesif şekilde her gediğin tıkandığı hücreden kim, nasıl çıkar? Aslında ilk soru “niçin çıksın” sorusu olmalıdır diyenler varsa aramızda buraya kadar boşuna okumuşlar bizi demektir. Kendi’ye hangi çıkış yolu var? O yolu kim adımlayacak, nasıl adımlayacak?
Anlama güçlüğünü açıklaya açıklaya öğrendiğimiz bilgi ile “kendilik”in mütemmimi olan “gerçeklere” vukuf kazanmak yolunu teklif ediyoruz. Bu yolda varacağımız selamet Amerikanizma’dan kurtulmak olsa gerek ümidimiz var. Epistemik Cemaatin vizelerini edinmek raconlarına sapmamakla o cemaatin güdümündeki “network cumhuriyetlerinin” tehdit ve rüşvetlerinden dolayı kirlenmemiş bir dünyaya açılabiliriz. Canavarlaşmayan ve canavarın dişlerini, pençelerini temizlemeye koşulmadan birer insan olmanın haysiyetini idrak edebiliriz. Üstünden dolap döndürülen ve etrafından spekülasyon ve manüplasyon çevrilen insanlara “gerçek” örnekler serdedebiliriz. Bu sonucun önündeki en büyük engel, insanoğlunun, “ne işe yararım ben bir koyundan ve bir fidandan ötede” diye sormamasıdır. Bu soru sorulacak muhakkak. Yolu adımlayacak olan da bu insandır. Eşyaların ve insanların naklinde karayolları hem sahiplik hem yapılış bakımından ne kadar anonim ise o anonimlikten fersah fersah ileride “dünya çapında sosyal sermaye” kuvvetinde iletişim ve bilişim hatları anonimleşecektir neticede. Uzayın en uzak menziline, okyanusların diplerine, organik hücre zerrelerine, inorganik yapı bağı düğümcüklerine varana kadar araştırıp karıştırılmadık kıyı bucak bırakmayan epistemik cemaat züppelerinin, bu işi, “yağmalanacak daha ne var acaba” aç gözlülüğüyle yaptıklarını ortaya çıkaran bir kendinden geçmişlikleri vakidir. Aynı yağmacılıkla “sosyal olanı mütemadiyen kurcalamaları ve sosyal varlık olan insanın yanıltılabilirliğinin öngörüsünü keşif” cürmü işlerken teşhis edilmeleri an meselesidir. Enformasyonizm cürmünün hem deneği hem mağduru hem mahsulü olan “beşeriyet”in en âlâ numunesi olan Amerikanizma’nın foyasının çıkması an meselesidir.
[*] Avrupa’da kralların tahttan indirilip de tac’ın yine halkın en tepesinde bırakılıverilmesini bir el çabukluğu ile gözlerden kaçırılmasının üzerinden 225 sene geçti.
Kralın kafası koparıldı fakat tac hâlâ aynı rakımda duruyor. Bu ilüzyn, tacı bir kralın başından alıp bir başkasının başına koyarken kendini gizlemeyi başaranlar tarafından sergileniyor. 225 sene önce Fransız İhtilali tesmiye edilen bu ilüzyona bütün “halk” kandı. Kanmayı istediği için kandı. Ve şimdi tacın adı “demokrasi”. Önceden monarşi idi. Tacın altında güya bir kişi vardı ve üstünde kimse yoktu. Şimdi tacın altı boş fakat üstünde milyonlarca insan var. Bu değişikliği “ölene kadar mutlak kadir” hakimiyetine oturan kraldan “halkın ölümlerle tehdit edilmesi halinde mutlak dabir” seçilmişliğine oturan başkana devretmek diye izah edebiliriz. Anlayın artık tac hâlâ yerinde. Ama şimdiki zamanda, tacın altında kimse bulundurmaksızın üstüne bindirilen halk, kralsız tacın foyasını göremiyor.
Hakimiyet Tacı’nın dünkü günde de bugünkü günde de etrafını dolduran danışman, nazır, ayan hâlâ işbaşında. Tac onların esasta. Kime isterlerse ona kıyafet edindiriyorlar.
Bu ilüzyonun ilk başkanı Napolyon idi. Ve ilk işi “idarenin bütün mahallerini” danışmanın, nazırın, ayanın “malumat cimriliğinden” tahliye etmek oldu. Başaramadı. Fakat “ulus devlet” tapusuna yeni yeni ülkeler katmanın masrafına katılmayan nazırları azletti, ayanı müsadere etti, danışmanları savaşa sürdü. Halkına “özgürlük, eşitlik, kardeşlik” davasının eri olmak şerefini teklif etti. Erata yazılamayana ise “davanın savaşına finansör olmayı” bahşetti. Yeni yeni kalemlerle genişletilmekle birlikte Gelir Vergisi ihdas etti. Halk, böylece kendi vergisinin karşılığı olarak ülkenin bütün topraklarında sahip-zilyet pozisyonu kazandı! Ama “liberty hiçbir savaşı finanse edemez” gerçeğini öğrendi. Eski tacidarların yöntemine mecbur kaldı: Fennan ve Sınaan zevatın “yeni savaş makinaları icat ve imal” gücüne müracaat. Yani peşinden de savaş tefecilerine müracaat. Ama bütün Avrupa’yı tek bir megamakina kılıp bir de “tek kendi elinde” tutacak bir Büyük Manyak ister miydi onlar?
Tac asalaklarından olan fennan-sınaan (ibtidai bilimciler yani) ve tac spekülatörlerinden olan mali sermaye sahibi ayan, tek bir kralın oturduğu yerde merkezlenmek riskinin karşılanamazlığı ve halk başkanlarının şımarıklığı fotoğrafını bir karede mesnevi gibi görüp mesajı aldılar: Bütün krallara hizmet ve birikim satmalıyız, kumar oynar gibi bir tanesine istinat akıl kârı değil. Bu yeni yöntemin başarılı olup olmayacağını sınayabileceğimiz bir kurban başkan ve birçok kinli kral var önümüzde dediler. Prusya’ya, Almanya’ya, İngiltere’ye, Rusya’ya piyasa ettiler. Bir diğer lokasyonun fennanı ve finansçısı hep birlikte birbirlerini, sallantılı yahut united’çı krallarar ve kralcıklara hem pazarladılar hem onların üstünde karteller… finans sendikasyonu ve teknoloji sendikasyonu kurdular. Savaş makinalarından ve finansmanından mahrum bıraktıkları kurban ilk başkan Napolyon halkının aç dişleri önünde parça parça azalırken onu halkının önünde küçük düşüren rakip krallar ve yeni united’çı (İtalyan, Alman, İskandinav) kralcıkları donattılar.
Kendilerini subvanse etmeleri karşılığında zanaat ve malumatlarını, icatlarını başlangıçta (15., 16., 17.yy) himayeci krallarının hizmetine sunarak sivrilen “o bilimciler”, artık yeni zihniyetleriyle yol almaya başladıktan sonra, edindikleri bilişsel birikimlerini “literatürler ve şifreler, gramatikler sermayesi” olarak sırf kendilerine hasretmek tutumunda karar kıldılar. Napolyon’un çıkışı ve çöküşü hem bilimcilere hem faizcilere çok şey öğretti. Alman birliğinin ve İtalyan birliğinin, İskandinav birliğinin, Rus kominyonunun, Amerikan birliğinin inşaı da bereketi(!) de Fransız Üç Renkli Bayrağın tevlidine ve onun da Epistemik Cemaat ile Finansal Organizasyon peydahlanmasına borçludur. Finans Kapital hiç olmadığı kadar maharetli ve kârlı devreye 1789 sonrası geçerken aynı zamanlar Epistemik Cemaati’n teşekkülü vuku buldu. Artık bankalar ve mühendislik şirketleri bu iki müstakil mihrakın paravanı olarak işlev görmek için kurulacaklardı. Karoseriyle, tekerleriyle, karinalarıyla zırhlı savaş makinaları bahşettiler yeni bilimcilik temsilcileri (üniversiteler) ve yeni finansçılık temsilcileri (banklar) her krala ve halk başkanına. Bunları, kat’iyetle tek bir tacın tekeline vermeyerek daima ve hepsinden, her türlüsünden hürmetkarlık satın aldılar. Savaş müstahzarı imal edilen fabrika ve atölyelerden yetişen uyanık ustalara-mühendislere; dışarı sızdırabildikleriyle uyarlayıp bankaların kredileriyle de üretip üretip satabildikleri kadar daima göz yumuldu tabi, hatta işbirliktelikleri kurmaları yolunda teşviklerde bulunuldu.
Sahanın daha da kârlı kılınması adına son imparatorlukların feshini getiren iki tane savaş, yine aynı kartelin bekasını temin edecek dikkatlere riayet ederek açılabildi.